Ve onun kucağında bulduk kendimizi... önce karnında, sonra kucağında. Çok tanıdık gelmeye başladı, çok güvenilir, her derde deva, her ağlayışımıza çare. Oyun arkadaşı, misafirlige giderken biz ona arkadaş, evcilik oyunlarının misafiri, hem de olmayan çayı dünyanın en güzel çayını içiyormuş gibi yudumlayanlarından.
İlk yanılgılarımızın sebebi biraz, biz düşünce onunda ağlaması, onun da canının yandığının yegane göstergesi, onun dizi kanamadığı halde!, ya da bizim dişimiz çekilirken onun da suratının bizimki gibi ekşimesi, dilimiz yandığında aynı telaşla nefes alıp vermesi ve bunun gibi daha bir çokları kafalarımızı karıştırdı tabi, benim canım yandığı anda anneminki de, onunki de yanıyor yanılgısı, evet onun da canı yanıyormuş ama onunki başka, onunki annelikten, yaramazlıktan değil.
Sonra biraz büyüdük, bu sefer her hissettiğimiz her şeyi anlamaya başladı, okulda kavga ettiğimizi, kötü not aldığımızı, sınıftaki kızdan ya da oğlandan hoşlandığımızı, komşu teyzeye kızdığımızı, yarının olası bir maç ya da müsamere yüzünden büyük gün olduğunu, acaba gerçekten o küçücükken dinlediğimiz kuşlar var mıydı yok daha neler, aklımızı okuyor olmalıydı, neydi onun adı yeni öğrenmiştik, telepati kuruyor olmalıydı. Sonra daha da büyüdük, çoçukken birer delikanlı kız ve oğlan olduk. Çok zorduk, çok bağırıyorduk, çok istiyorduk, çok kavga ediyorduk, yine baş kahraman olduğumuz bu oyunda en iyi yardımcı oyuncu onlardı. Neyin iyi, neyin kötü olduğunu hep o mu bilecekti , ama biliyordu işte, sonradan anlıyorduk, anlayacaktık. Kimi zaman ikna edici, kimi zaman kızgın oluyordu annemiz, ama kızgınlığın sonunda her seferinde şöyle cümlelere tanık oluyorduk “ Ergenlik dönemi olacak böyle anlaşmazlıklar”. Ve yine bir şekilde anlaşılmadığımızı her fırsatta ifade etsek de anlaşılıyorduk, en azından hangi dönemde olduğumuzu yine en iyi onlar anlıyordu, yine bir bebek gibi korunuyorduk.
Büyüdük daha da büyüdük artık birer delikanlı değil birer gençtik, birer üniversiteli, olacak iş değildi, bizimle oturup o sınavlara annemiz de çalıştı, aynı stresi yaşadı, mezun olurken, o yüzden annemizle birlikte o diplamayı alma telaşını yaşadık, bir tane de muhakkak annemizin diplamamız elinde bir fotoğrafı vardı. Biz kendi elimizdeki kadar ona da yakıştırıyorduk hatta daha fazla...İşe girdik sonra, o da bizimle uykusuz kaldı iş görüşmelerine gitmek için, mülakatımızın nasıl geçtiğini sordu hep, ondan önce hep ilk intibanın çok önemli olduğu nasihatını unutmamıştı tabi ki. İlk maaşı alır almaz başladı, artık mürüvvetimizi göresi vardı, kocaman olmuştuk... Biz aşık olduk, o biraz kıskandı, biraz korktu. Biz ağladık, o kız da ne fenaymış canım, o oğlan benim kızımı neden üzüyor diye deliye döndü, yoksa onların anneleri yok muydu? Ve evlendik anne olduk, anne olmayı annemizden öğreniyorduk ama hala annemizin çocuğuyduk. Bu seferde bizimle bebek büyütüyordu, şimdi de tanık olmayı beceremediğimiz o yıllara tanık oluyorduk kendi çocuğumuz sayesinde, belli ki biz de bebekken böyle sefkatle kucaklanmıştık, sarıp sarmalanmıştık. Anne olmayı biraz da çocuğumuzdan öğreniyorduk evet belli ki anne olmanın bir parçasını annemize biz, ta kendimiz öğretmiştik...
Bir an bile uzağımızda olmayan, hayatımızın kocaman bir parçası olan annelerimiz, bizi bizden çok bilen, daha çok düşünen annelerimiz, onların hayata yayılmış, uçuşan sevgisi olmasa, biz daha kendi hayatımızın başrol oyuncusu olmayı, hayatımızda “olmak”ı beceremezdik. Ben bu yüzden çocuklarının hayatında her zaman yardımcı oyuncu rolünü üstlenen bütün annelere en iyi yardımcı oyuncu oscarına layık görüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder